28 Ekim 2010 Perşembe

DOST GÜLLERİ (HAKKINDA)

BEYAZA TEDAİLER
İsmail GÖKTÜRK

Mehmet Narlı'nın Beyaz şiirine acizane beyaz bir şerhtir

"haydi beyaza dön"Beyaz aydınlık çehrendir senin. Beyaz, düşlerini güden güzelin, yüreğindeki deryada yakamozlanan davetkâr bakışlarını remzeder. Ol mahîsin ki, içinde çalkalanan derya seni kuşatmaz. Seni cezbeden balçık gözlerine perde olmuş. Bir karanlığa mahkûmsun ki, gözlerini açsan balçık; gözlerini yumsan âmâsın. Beyaz'a dön. Dönmek, karalığa ve karanlığa başkaldıran asil tavrın olacaktır. Dönmek, Bağdat Haramîlerine gülünç olmamaktır dostumGülbeyaz'ın seni iliklerine kadar kontrolünde tutan sevgisini hissedersin de, meftûn'u olduğun nigâr, balçık denizlerinin dibinden yollamaz seni. Senin o bir cansız heyûla olan nigâr'ın, eğilip kulaklarına -beyaz bir yanılmadır- der. Kararsız ve şaşkın kalakalırsın muallâkta. Ve muallâkta duranı, tezce alıverir içine sular. Suların önüne düşmeyegör. Seni, bir cansız odun parçası gibi renkler girdabına doğru sürükler. Suların içi karanlıktır üstelik. Haydi, söndürülmek için suya atılmış ökseyi olmadığını kendine ispatla. Son bir gayretle yücelt başını dostum, aydınlığa tutun. Sana -beyaz bir yanılmadır- diyenler, renkler girdabında boğulanlardır. Bünyelerinde her rengi taşırlarda, asla renk vermezler.
 
HASBİHAL
Ahmet Doğan İLBEY

Hasbıhâlime şöyle başlarım. Derûnumun şâir-i âzamından bir kelimecik dahi dil yâresi görmedim bugüne dek. Dünyalı hayatımın trajedisini tam isabetle yazıp şiirleriyle yazgıma şerh düşen dost. Şerhlerini kelime kelime, mısra mısra okudukça yazgımın yol haritasını görüyorum her defasında. Her defasında da bir başka mâna hazzını ve görmenin ulvî acısını yaşıyorum. Bu hâl fakiri ne’şeyab ediyor biliyorsun.Dil kapısında müzevirlik eden dostlara kulak asmayınız; söyleyip yazdıklarınız dilpesend birer nâmelerdi.Dil makamından söyleşip çalamayan dostların kıskançlığına karşı uyanık olunuz; zarf edip gönderdiğiniz kelimeler dilâsâ birer güldesteydi.İçeri dilinden taşra düşenlerin âfete uğramış dillerine inanmayınız zinhar; kalbinizin turnalarıyla yolladıklarınız birer şifâ-yı dildâr idi.

KAPILARDA
Mehmet YILMAZ-Mehmet Narlı Hocama-

Yüksek minarede kandiller yanarKandilin şavkına bülbüller konar(Eşiklik: İş bu satırlar, “cahil cesur olur” fehvasınca Narlı Üstad’ın Sakar Divan’ının tedaileri olarak dile geldi. Sürç-ü lisan ettikse affola. 21 Ağustos 2005 Pazar. )‘Birinci kapı’ içinKapılardayız.Reis toplantıda. Reis dinliyor. Reis şiir yazmıyor. Biz kapılardayız. Akif benimle davalı. Ben Akif’i Reis’ın yanından kaldırmışım. “Reis’ın yanı kıymetlidir arkadaş” dedim. “Kalkmamalıydın.”Reis gülüp geçiyor. Hayata gülüyor Reis. Reis hayatın kıyısında durup seyrediyor hayatı. Derin uğultusunu dinliyor hayatın. Reis hayatın üstüne bağdaş kurup oturuyor. Sonra Reis hayatı omuzluyor. Reis hayatı omuzluyor denkleri sırtında şehrin kapılarına dayanan delikanlıyla beraber.Reis’le beraber kapıları zorluyoruz. Kentin ana caddelerindeki ağır kapılara tomruk vuruyoruz. Reis “den ha döller, açıldı açılacak” diyor. Ağır kapılar ardına dayanıyor bir iki vuruştan sonra. Tangalaz oluyor. Muhkem bir kale beklerken kapının öte yanında, boş bir alanla karşılaşıyoruz. Say ki firez; firez de değil; kayalık taşlık, dikenli çalılarla dolu bir arazi. Dikenler ayağımıza batıyor, çalılar üstümüzü başımızı paralıyor. Çamır etrafı kontrol ediyor, çevrede ağaç namına bir şey olmadığını görünce meskun alan da bulunmadığını teyid ederek Reis’den izin alıp kibrit çakıyor. Dikenli tarla yanıyor. Tilkiler ve bir kısım haşerât kaçışıyor. Başımızın üstünde yoğun, kara bir bulut olup şehri terk ediyor.Reis biliyor aslında ağır kapıların ardında kubar, susuz bir arazi olduğunu. Fakat şevkimizi kırmak istemiyor. Çer-çöpten arta kalan yanık toprağa bakakalıyoruz. Delikanlı hayıflanıyor. Reis delikanlının omzunu sıvazlıyor.Genzimizde acı bir yanık sap kokusu kalıyor. Yalan kokusu./vay dünya dünya yalansın dünya/………………..

ÖZGÜN BİR ÇALIŞMA: ŞİİR VE MEKAN
Cemal ŞAKAR

İçine doğduğumuz ve içinde yaşadığımız şehirler, evler odalar, üzerinde yürüdüğümüz toprak, yücelerine ya da enginliklerine baka baka içlendiğimiz dağlar, denizler, kültürel hafızayı hem yapan hem de onu muhafaza eden, tasavvur ve tahayyüllerimizi biçimlendiren yerlerdirler. İçine mekânların ruhu sinmemiş bir müziğin, romanın, öykünün ve şiirin, dilini, kültürünü, ruhunu taşıyabileceğini düşünemiyorum. Tanpınar’ın Beş Şehir’ini okuduğum günden beri okuduğum her eserde mekânların ruhunu aradığımı fark etmişimdir.Mehmet Narlı, Şiir ve Mekân adlı kitabında, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde, şiir ve mekân ilişkisinin nitelikleri belirlemeye; şiirdeki eğretilemeleri, simgeleri, imgeleri, kısaca bütün mekânsal mecazları çözümlemeye çalışıyor. Şiir-şair-mekân ilişkisinin kültürel, poetik ve kişisel kökenlerine dair ulaştığı sonuçlar önemli. Bu çözümleme gösteriyor ki, şiirin mekânları, şairin ve şiirin bütün yaşantı ve düşlerini, şehirlerin, evlerin, dağların ve denizlerin hafızalarında toplayan; aynalarında yansıtan nesnel, simgesel ve imgesel kaynaklardırlar.

ROMAN NE ANLATIR
Hasan EJDERHA

“Roman Ne Anlatır1” Dr. Mehmet NARLI’2nın yeni yayımlanan kitabının adı. Cumhuriyet dönemi 1920-2000 arası Türk romanını incelemiş.Kitabın arka kapağında muhtevası “Edebiyat eleştirisi, 1980’li yıllardan itibaren, romanın kurgu ve yapı özelliklerine yönelmiş olsa da, Tanzimat’tan bu tarihe kadar, roman eleştirisinin asıl konusu, romanın ne anlattığıdır. Böyle olması da doğaldır; çünkü başlangıcından bu güne, romanımızın en belirgin özelliği, siyasal, sosyal, kültürel bir arka plana ve ortama bağlı olarak gelişmesidir. Bu kitap, romanımızın bu temel özelliğine bağlı kalarak, birbirine bağlı üç soruya cevap aramaktadır. Cumhuriyet’ten neyi anlatır; 2000’e seksen yıllık Türk romanı, niçin anlatır ve hangi siyasal, sosyal, kültürel arka plana ve ortama bağlı olarak problemleri yansıtmaya çalışır? … ” şeklinde özetlenmiş.

Hiç yorum yok: